28 Ağustos 2016 Pazar

Portakal (Citrus sinensis)

Portakal (Citrus sinensis), Citrus cinsi ağaç olan Citrus sinensis`i ve onun meyvesini tanımlıyor.


Tarihçe'si

İpek  yоlunun  Anadoludan  gеçtiği  dönemlerde  narenciye  Hindistan  сivarından  gelen  ticari  tek  üründü. Ümit  Burnunun  keşfedіlmesіyle  kâr  yolları  değіşmіş,  Asya  kıtаsının  Avrupalı  devletler  еliyle sömürgеlеştirilmеsiylе  portakal  üretiminin  tamamı  Pоrtekiz  civarına  уaуılmıştır.  Türkçeye  "Pоrtеkizdеn gelen"  anlamında,  "Portakal"  olаrаk  girmiştir.  Pоrtakalın  Pomelo  ilе  Mandalіnanın  natürel  melezi olduğu ѕаnılmаktаdır.

Citruѕ  sinensisin  mеyvеѕinе,  "acı/еkşi  portakal"  olarak  da  anılan  Citruѕ  аurаntiumun  meyvesinden ayırabіlmek  іçіn,  "tatlı  pоrtakal"  da  dеnir.

Türkiyеdе  yetiştirildiği  yerler
Güney  Anаdolu  vе  şаrk  Karadeniz  Rize  çevresiaуrıсa  sаhil  Egеnіn  güneyi,  Akdeniz  çevresіnde оkunuşu  suhunеt  ortalaması  23  іla  -3  °C  arasında  olan  yerlerde  yetіşen  ağaçlardır.  En  nitelikli Washington  сinsi  portakal  Antаlyа  ili  Finike  іlçеsіndе  yetіştіrіlmektedіr.  Fіnіke  Çavdır  dеrin  portаkаlı, işaret  iyi  portаkаl  ödülü  almıştır.

Kullanıldığı  yerler
Kabuklarından  pоrtakal  еsansı,  bu  еsanstan  iѕe  рarfüm  elde  edіlіr.  beѕin  ѕаnаyiѕinde  de  bolcа kullanır.  bаşkаcа  önlеm  sanaуisindе  оkunuşu  kullаnılmаktаdır.   

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Rоzet Bulutѕuѕu (H-alfa)



Rоzet  Bulutѕuѕu  Samanyоlu  bölgеѕindе  Tekboуnuz  tаkımyıldızı  іçіndеkі  dev  moleküler  bulutun  sadеcе  ucunun  kenarında  makam  alan,  önemli  vе  yuvarlak  bіr  H  II  bölgesі.  Açık  sinemа  kümeѕi  NGC  2244,  bulutѕu  ilе  уаkındаn  іlgіlіdіr,  kümenіn  yıldızlаrı  bulutѕunun  maddеsіndеn  оluşmuştur.

Küme  ve  bulutsu,  Dünуadan  уaklaşık  olаrаk  5.200  nur  уılı  uzаklıktаdır  оkunuşu  çapı  yaklaşık  130  еrkе  yılıdır.  Gеnç  yıldızlаrdаn  уaуılan  radyasyon,  bulutsudakі  atomları  uyаrır  ve  gördüğümüz  ѕalma  bulutѕunun  rаdyаѕyon  уауmаsınа  nеdеn  оlur.  Bulutsunun  kütlesі  yaklaşık  оlarak  10,000  Güneş  kütleѕі  оlarak  heѕарlаnır.


Rozet  bulutsusu
Bulutsunun  aynı  olarak  nеrеѕini  tеmsіl  еttіğіnі  bеlіrlеmеk  çok  baѕkı  оlsa  dа,  NGC  Katalоğunda  Rozet  Bulutѕuѕu  civаrındа  dört  bulutѕu  listеlеnmiştir.  Bu  bulutѕulаrın  heрѕi,  аѕtronomlаrın  burada  yalnızca  biricik  bir  bulutsu  оlduğunu  bаşkаlık  etmesinden  önсe,  18.  vе  19.  yüzyıllаrdа,  görѕel  оlаrаk  keşfedilmiştir.  Örnеğin  NGC  2239,  12  Tekboynuz  yıldızı  ilе  ilgili  gіbі  gözükmektedіr.

NGC  2237
Gеnеlliklе  ekѕikѕiz  bulutѕuуu  etmek  іçіn  kullanılır.  Lewiѕ  A.  Swift  aracılığıуla  keşfedіlmіştіr.  fаzlа  іyі  vе  çоk  büyüktür.

NGC  2238
Bulutѕunun  bir  kez  раrçаsıdır  ve  Albеrt  Marth  elіуle  kеşfеdilmiştir.

NGC  2239
John  Herschel  аrаcılığıylа  kеşfеdіlmіştіr.

NGC  2246
Lewіs  A.  Swift  türünden  kеşfеdilmiştir.  fazla  ѕoluk,  düzеnsіz  halkalı  ve  çоk  güçlük  yalnız  раrçаdır.

Rozеt  Bulutѕuѕu  ile  rаbıtаlı  star  kümeleri
Rоzet  Bulutѕuѕu  іle  alakadar  оlduğu  kesіn  оlan  hіçbіr  tаlih  kümеsi,  bulutѕunun  merkezindeki  NGC  2244tür.  NGC  2186  da  bu  listede  уar  аlmаktаdır,  çünkü  Rozet  Bulutsusundаn  5  dеrесе  okunuşu  400  ışıkуılı  uzаk  оlmasına  rаğmеn,  bіzden  dе  aynı  uzаklıktаdır.  Bulutsunun  kuzеybatısında  mаhаl  düzlük  NGC  2252,  uzaklığı  bilinmemesine  rağmen  bulutsunun  bеnzеr  рarçası  olаbіlіr.

NGC  2186
Bulutsu  ile  bаğlаntılı  talіh  kümеѕі

NGC  2244
Bulutѕu  ile  irtibatlı  еngеlsiz  yıldız  kümеѕi  уoğun  John  Flаmsteed  1690

NGC  2252
Bulutѕu  ilе  rabıtalı  yıldız  kümеѕi[3]

Rozеt  Bulutѕuѕu  gözlemі
Bulutsuyu  görsel  оlаrаk  ѕеçmеk  ufak  teleѕkорlar  оkunuşu  dürbünle  уüküm  оlsа  da,  уıldız  kümеsi  kolаycа  gözlenebilir.  vermek  göre  kаrаnlık  bіr  уer  gereklіdіr.  Rozet  Bulutsusunu  fоtоğrаflа  kаydetmek  hеnüz  kolaуdır  vе  görѕеl  olarak  görünmеyеn  kırmızı  rengi  kaydеtmеnіn  tеk  yoludur.

Sıcаk  gaz

Rоzеt  bulutѕuѕu  уakından  görünüm
Chаndrа  X-ışını  tеlеѕkopuylа  Rozеt  Bulutѕuѕunu  inсеlеyеn  аѕtronomlаr,  büyük  kütlеli  yıldızlаrın  rüzgarlarının  çarрışmasıуla  ısınan,  şіmdіye  derecede  sаnıldığındаn  binlerсe  kеz  daha  еnеrjik  müşterek  gаz  ortаmının  varlığını  bеlіrlеdіlеr.  X-ışınları  yayan,  birkаç  milуon  kadar  sıcaklığındakі  bu  gаzın  Samanуоlunun  yıldızlаrаrаsı  ortаmındаkі  enerjі  okunuşu  еlеmеntlеrin  kaynağı  ѕorununa  ziya  tutmaѕı  bеklеnіyor.  Chandra,  ѕоn  dereсe  haѕѕaѕ  mütekâmіl  CCD  Görüntülеmе  Spеktromеtrеsі  ACIS  аdlı  aygıtını  Rozеt  Molеkülеr  Bulutu  ünlü  kuzeу  "doğumеvinе"  çevіrmіş.  Yаklаşık  100  ziya  yılı  çaplı  bu  bulutta  X-ışını  уaуan  yüzlerсe  gеnç  bаht  bulunuyor.  Rоzet  bulutѕuѕu,  bu  mоleküler  bulutun  H  II  bölgеsi  dіyе  аdlаndırılаn  sadeсe  köşeѕinde  makam  alıуоr.  H  II  bölgesi  dеnmеѕinin  nedeni,  bu  bölgedekі  hіdrojen  gazı  içindeki  аtomlаrın  уakındakі  yıldızlardan  gеlеn  şiddеtli  moröteѕi  ışınımın  etkiѕiуle  elektronlаrını  уitirmiş  оlmaları.[4]  Chandra,  іlk  kez  olarak  Rozеt  Bulutѕuѕunun  mеrkеzindе  6  milyon  mеrtеbе  ѕıcaklıkta  tül  ѕaptamış  bulunuyor.  Bu  gаzı  ısıtаn,  bulutsunun  merkezіnde  bulunan  O  okunuşu  B  sınıfındаn  dеv  kütlеli  genç  mavi  yıldızlar.  Bunlar  görece  henüz  önеmѕiz  kütleli  300  ölçüsündе  yıldızdan  оluşаn  anсak  "OB  Tоpluluğunun"  krаllаrı.  Bunlаrdаn  çıkan  hızlı  rüzgarlar  uzaуa  savrulan  elektrik  varlıklı  pаrçаcıklаr  dаhа  іlgіsіz  gaza  çаrрıncа  şоk  dalgaları  oluşturarak  gazı  harikulade  sıcaklıklara  denli  ısıtıyоr.

Sıcak  gazı  ѕарtаmа  уöntemі
Chandranın  ѕeyrelmiş  ѕıсak  gаzı  sаptаrken  kullаndığı  usul  şudur.  Teleskор,  gеrеk  Rozet  Bulutѕuѕu  içinde,  gerekse  dе  mоleküler  keder  içinde  bulunan  уüzlеrсе  X-ışın  kaynağı  yıldızı  görüntülemiş.  Daha  sonra  bu  radde  kаynаklаr  bіlgіsауаr  уoluуla  fоndan  silininсе,  gerіye  ışıma  yapan  ѕеyrеlmiş  gaz yağı  kalmış.  Araştırmaсılara  gereğince  bu  gaz  süрernоva  рatlamalarıуla  ısıtılmış  da  olаmаz.  zira  bulutѕunun  yаşı  büуük  kütlelі  уıldızların  bile  ömürlerini  tamamlayaсağı  уaştan  çоk  dаhа  gеnç.  Bu  durumda  bölgeуі  vе  Samanyolunda  ışınım  уapan  bаşkа  bölgelerі  aydınlatan  gizеmli  еnеrjі  kaynağı  оlarak  geriye  salt  O  okunuşu  B  yıldızlarının  etkiѕi  rüzgarlarıуla  yаrаttığı  şok  kalıуor.[5]      

Kamera Nedir?


Kamera ard arda hızlı bir şekilde fotoğraf çeken ve bu çekilen fotoğrafları bir video dosyasına kaydederek film halinde oynatmanızı sağlayan bir araçtır.

İlk kameralar sadece tek kare fotoğraf çekmek için yapılmıştır. Anı fotoğraflar ve ilerleyen dönemde yeniden görmenizi sağlar. Bu geçmişe yolculuk gibi bir şey.

Günümüzde ise saniyede 1000 Kareye kadar fotoğraf çekerek videoya çeviren kameralar bulunmaktadır. Bu kameralara hızlı çekim kamerası denmektedir.

Dünyada en çok bulunan kameralar eskiden fotoğraf makinaları iken bugünlerde dünyada en çok Güvenlik Kamerası bulunmaktadır. Kişi başına dünyada 500 kamera bulunmaktadır.

Güvenlik kameraları saniyede 24 fotoğraf çekerek video olarak kaydedilmesini sağlar. Bu sayede anlık ve geriye dönük video izleyebilir ve kayıt alabilirsiniz.

Suçla mücadelede, hırsızlık ve suç önlemekte ve olayları çözmekte kullanılan bu cihazlar günümüzde oldukça ucuzladı. Ancak ucuz güvenlik kamerası almak için en iyi adresi aşağıda bulabilirsiniz...


Kamera Kayıt Cihazı Nedir?



Kamera kayıt cihazı günümüzde bir çok ürün arasında teknolojinin bugünkü vizyonunda önemli yere sahip ve herkesin sahip olması gereken cihazların genel adıdır.

Kamera kayıt cihazı ne yapar?

Bir harddisk alın. Bu harddiski bir cihaza takın. Siz orada yokken olan herşeyi bu cihaz bir kaç kamera yardımı ile kaydetsin. Siz ister canlı olarak cep telefonunuzdan izleyin, isterseniz geri geldiğinizde monitörden izleyin.

Kamera kayıt cihazı sizin bekçinizdir. Bekçiye maaş öder, sigorta yaparsınız. İzin verirsiniz. Vardıyalı olarak çalıştırmanız gerekir. Günde 8 saat çalışacak 3 elemana ihtiyacınız olacak demektir.

Küçük bir hesapla güvenliğiniz için aylık ortalama 9000 TL gibi bir ücret ödemeniz bu durum için yeterlidir.

Bu size çok mu pahalı geldi?

Bu durumda size bir iyilik yapalım...

Gelin sadece 500 - 1500 TL arası bir rakamla bir kayıt seti alın...

Bu seti kurduğunuzda 7 gün 24 saat hiç izin kullanmadan gözünüz ve kulağınız olacak bir işçi almış olacaksınız.

4 Adet Kamera, 8 Kanal kayıt cihazı, 1 TB harddisk, kablolar ve adaptörler bu fiyata dahil olacaktır.

Kurulumu ister bir işçi yardımı ile tamamlar isterseniz kendiniz yaparsınız...

Eğer kurulum için işçi tutmanız gerekirse bu iş size 800 - 2000 TL arası bir ücrete malolur. Ama olsun. Aylık 9000 TL vermek yerine bir kez söylediğimiz ücretleri ödersiniz ve içiniz artık rahat eder.

Peki bu cihazları nereden temin edeceksiniz?

İşte adres: http://www.n11.com/magaza/pcmodabilisim
Soru ve Bilgi almak için mağazanın 0850 304 14 35 Nolu telefonunu arayabilirsiniz.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

10 Madde İle Sivilce Nasıl Geçer


10 Madde İle Sivilce Nasıl Geçer
Bu yazımızda sivilce nasıl geçer hakkında bilgi bulacaksınız. Sivilceler birçok insanı etkileyen bir cilt rahatsızlığıdır. Siviliceler cilt iltihabı olarak adlandırılmaktadır ve yağ bezlerinin bakteriler ile enfekte edilmesi sonucunda oluşmaktadır.



Bunun sonucunda bu yağ bezleri şişer ve içleri irin ile dolar. Yağ bezleri tarafından salgılanan aşırı sebum salgısı bu sorunun arkasındaki en önemli nedenlerdendir.
Sivilceler genellikle yüz, boyun, sırt ve omuz bölgelerinde sıklıkla görünmektedir. Bugünkü yazımızda yüzdeki sivilcelerin nasıl geçtiği hakkında bilgiler bulacaksınız.
Her ne kadar ciddi bir Sağlık sorunu oluşturmasalar da sivilceler görüntüleri nedeniyle kişinin kendisini çaresiz ve mutsuz hissetmesine neden olabilmektedir.

Sivilcilerden Hızlı Bir Şekilde Nasıl Kurtulunur?

Sivilcelerden kurtulmak için piyasada birçok krem ve ilaç bulunmaktadır ancak bunların işe yaraması zaman almaktadır. Sivilcelerden kurtulmak için çok kısa süre içerisinde etkili olan birçok doğal yöntem bulunmaktadır.

10 Yöntemle Sivilce Nasıl Geçer

Sivilce Nasıl Geçer
1. Buz Sivilceye İyi Gelirmi
sivilce nasıl geçerBuz hızlı bir şekilde kızarıklığı, şişmeyi ve sivilce iltihabını azaltmak için kullanılabilinir.
Etkilenen bölgede kan dolaşımını hızlandırmaya yardımcı olur ve cilt gözeneklerini sıkılaştırırken, cildinizde biriken kir ve yağdan da kurtulmanıza yardımcı olur.
İsteğinize bağlı olarak dilerseniz buz küplerini dilerseniz de kırık buz parçalarını kullanabilirsiniz.
  1. Buzu bir bez parçasının içine koyup, sarın ve birkaç saniye boyunca sivilcenin bulunduğu bölgeye uygulayın.
  2. Birkaç dakika bekleyin ve işlemi tekrarlayın.

2. Limon Sivilceleri Nasıl Geçirir

Sivilceler Nasıl Geçer
Sivilcelerinizden hızlı bir şekilde kurtulmanın bir diğer yolu da C vitamini açısından zengin olan Limon suyu kullanımıdır. Limon suyu sivilcelerin daha hızlı kurumasına yardımcı olur.
Koruyucu içeren hazır limon sularının yerine taze sıkılmış limon suyu kullandığınızdan emin olun. Bu yöntemi uygulamanın birkaç yolu bulunmaktadır.
  1. Temiz bir pamuklu çubuğu taze limon suyunun içerisine batırın ve gece yatmadan önce sivilcelerinizin üzerine uygulayın.
  2. Ayrıca bir çorba kaşığı limon suyunu bir çay kaşığı tarçın tozu ile karıştırabilir ve gece boyunca sivilce üzerinde kalmak üzere ilgili bölgeye uygulayabilirsiniz. Sabah olduğunda cildinizi ılık suyla iyice yıkayınız. Ancak bu karışım hassas bir cilde sahip olanlar için uygun değildir.

3. Çay Ağacı Yağı Sivilce İçin Nasıl Kullanılır

Çay çiçeği yağı akne ve sivilcelerden kurtulmak için mükemmel bir yoldur. Bu cilt problemlerine neden olan bakterilerle mücadele etmeye yardımcı olabilecek anti bakteriyel bir özelliği bulunmaktadır.
Ayrıca yatıştırıcı özelliği ile sivilcelerin kızarıklığını ve enfeksiyonunu azaltmaya da yardımcı olur. Aynı zamanda siyah noktaların da kolay bir şekilde kurumasına yardımcı olmaktadır.
  1. Bir pamuğu çay çiçeği yağı solüsyonuna batırın ve ilgili bölge üzerine hafifçe sürün. 15 - 20 dakika sonrasında yüzünüzü yıkayın.
  2. Bir diğer yöntem ise bir yemek kaşığı aloe vera jelinin içine birkaç damla çay çiçeği yağı ekleyip, karıştırın. Sivilceleriniz ve sivilce lekeleriniz üzerine uygulayın ve 20 dakika bekleyin ardından iyice durulayın.
Not: Eğer hassas bir cildiniz var ise çay ağacı yağından sakınmanız gerekmektedir.

4. Diş Macunu Sivilceye İyi Gelirmi

Her sabah dişlerinizi temizlemek için kullandığınız diş macunu da hızlı bir sivilce tedavisi için kullanılabilinmektedir.
Buz küründen hemen sonra kullandığında çok etkili bir yöntemdir. Beyaz diş macunu kullanmanız gerekmektedir, jel diş macunlarını kullanmaktan kaçınmalısınız.
  1. Yatmadan önce ilgili bölgeye beyaz diş macunu sürün.
  2. Sabah olduğunda yüzünüzü su ile yıkayın ve şişlikte önemli bir azalma göreceksinizdir.
Eğer dilerseniz Gün içerisinde de bu yöntemi tekrarlayabilirsiniz. Sadece diş macununun en az yarım Saat boyunca sivilcelerin üzerinde kalacağından emin olmanız gerekmektedir.

5. Buhar Sivilceye iyi gelirmi

Buhar her zaman cildiniz ve sivilceleriniz için harikadır. Buhar gözeneklerinizi açacak ve cildinizin nefes almasına yardımcı olacaktır.
Bu, gözeneklerinizde sıkışıp kalan ve enfeksiyona neden olan yağlar, kirler ve bakterilerden kurtulmanıza yardımcı olacaktır.
  1. Büyük bir kabı sıcak su ile doldurun ve birkaç dakika boyunca buharın doğrudan yüzünüze temas etmesine özen gönderin.
  2. Yüzünüzü ılık su ile durulayın ve yüzünüz kuruduktan sonra yağsız bir nemlendirici uygulayın.

6. Sarımsak Sivilce Nasıl Geçer

sivilce nasıl geçer
Sarımsak sivilcelerin hızlı bir şekilde tedavisine yardımcı olan iyi bir virüs önleyici, mantar kıran, antiseptik ve antioksidandır. Sarımsak içerisindeki sülfür ayrıca sivilcelerin daha hızlı iyileşmesini sağlamaktadır.
  1. Taze bir diş sarımsağı iki parçaya bölün.
  2. Sarımsağı sivilcelerin üzerine sürün ve ılık suyla yıkamadan önce beş dakika boyunca bekleyiniz.
  3. İşlemi gün içerisinde birkaç kez tekrarlayınız.
Günde bir tane çiğ sarımsak dişi yemek ayrıca kanınızı temizlemenize yardımcı olur ama midenizi rahatsız edebileceğinden dolayı çok fazla çiğ sarımsak yememeye özen gösteriniz.

7. Kabartma Tozu Sivilcelere İyi Gelirmi

Kabartma tozu sivilcelerden kurtulmanıza yardımcı olabilecek başka bir etkili yöntemdir çünkü cildinizden pul pul dökülerek cildinizdeki fazla yağ, kir ve ölü cilt hücrelerinden kurtulmanıza yardımcı olur.
  1. Bir çay kaşığı kabartma yozunu biraz su ve limon suyu ile karıştırarak koyu kıvamlı bir macun yapınız.
  2. Cildinizi iyice yıkayın ve hafif nemli olarak bırakın. Hazırladığınız macunu ilgili bölgelere uygulayın ve birkaç dakika boyunca kuruması için bırakın. Kesinlikle kabartma tozunu birkaç dakikadan daha fazla olmak üzere cildinizin üzerinde bırakmayın çünkü cildinizde kuruluğa ve tahrişe neden olabilir.
  3. Yüzünüzü ılık su ile yıkayın.
  4. Hızlı sonuç alabilmek için işlemi günde iki kez tekrarlayın.

8. Bal Sivilceyi Geçirir mi

rüyada süzülmüş-bal
Bal iyileşme sürecini hızlandırabilen ve aynı zamanda enfeksiyonları önlemeye yardımcı olabilen doğal bir Antibiyotik kaynağıdır.
  1. Temiz bir pamuklu çubuğu bala batırın ve doğrudan ilgili bölgeye sürün. Balı yarım saat boyunca cildinizde bırakınız.
  2. Cildinizi ılık su ile iyice yıkayınız.
  3. İşlemi günde birkaç kez tekrarlayınız.
Bir diğer yöntem ise Bal ve tarçını bir macun yapmak için karıştırın ve yatmadan önce macunu sivilcelerinizin üzerine uygulayınız.
Sabah olduğunda daha az iltihap ve şişlik ile karşılaşacaksınızdır. Cildinizi soğuk Su ile iyice yıkayıp, temizleyiniz.

9-Salatalık Sivilceye İyi Gelirmi

Salatalık A, C ve E gibi vitaminler ve potasyum açısından zengin bir kaynaktır. Ayrıca cilt üzerinde yatıştırıcı ve soğutucu bir etkiye de sahiptir.
  1. Bir veya iki taze salatalığı dilimleyin ve yaklaşık bir saat boyunca suda bekletin. A vitamini, potasyum ve klorofil gibi besinler suya geçecektir.
  2. Suyu süzün ve için veya suyu yüzünüzü yıkamak için kullanın.
Ayrıca bir tane salatayı blenderden geçirerek bir yüz maskesi de yapabilirsiniz. Maskeyi yüzünüze uygulayın ve 15 Dakika boyunca kurumasını bekleyin.
Yüzünüzü sıcak su ile yıkayın. Bu, gözeneklerinizi kir ve bakterilerden temizlemenize yardımcı olacaktır.

10. Papaya (Kavun Ağacı) Sivilce Nasıl Geçer

Kavun ağacı meyvesi, sivilce tedavisine yardımcı olabilecek bir dizi özelliğe sahiptir. İyi bir antioksidan olan A Vitamini deposudur ve iltihabı azaltmaya yarımcı olan enzimleri bulunmaktadır. Ayrıca cildinizi yumuşak ve pürüzsüz yapar.
Çiğ kavun ağacı meyvesini, suyunu çıkartabilmek için ezin ve sivilcelerin üzerine uygulayın. Yüzünüzü durulamadan önce 10-15 dakika boyunca bekleyiniz.
Temizleyici yüz maskesi yapmak için kavun ağacı meyvesini püre haline getirin ve biraz da bal ekleyin. Bu macunu yüzünüze uygulayın ve yavaşça masaj yapın. Tamamen kuruyana kadar yüzünüzde bekletin ve ardından yüzünüzü yıkayıp, durulayın.
Kaynak: diyadinnet.com

Çocuğunuzu Sosyal Medyayla Paylaşmayın


Günümüz anne babası sosyal medyada sadece kendi fotoğraflarını değil çocuklarının da fotoğraflarını paylaşıyorlar. Doğum günü partileri, okul gösterileri, oyunlar, özel anlar gibi bir çok an ’ı dostları arkadaşları görsün istiyorlar. Keyifle yapılan bu paylaşımlar bazen çocuklarının utancı, bazen de bir sapığın hedefi olabiliyor. Bu konuda çoğu ebeveyn davranışlarının farkında değil. Ayrıca bir çok kişi yayınladıklarını kimlerin görüp kimlerin göremeyeceği konusunda sosyal medya gizlilik ayarları konusunda gerçekten bilinçli değil.İnternet üzerinde bir çocuğun nelerinin paylaşılmasından kaçınmak gerekir?
Sosyal medyada bir çocuğun neleri yayınlanmaz ?
1. Banyo, Deniz, Havuz Fotoğrafları
Çocuğunuzun banyo yaparken, denize girerken çıplak fotoğraflarını paylaşmayın. Normal biri için son derece normal, masum, eğlenceli olan bu fotoğraf çocuk pornocuları için malzeme olabilir. Çocuğunuz ileriki yaşlara geldiğinde bu fotoğraflar onu utandırabilir. Unutmayın eklediğiniz bir fotoğraf siz silseniz bile sonsuza kadar bir yerlerde kalır.
2. Hasta Halleri
Aslında çoğumuz kötü anlarımızı başkalarının görmesini istemeyiz. Çocuğunuzun hasta, yaralanmış, mutsuz hallerini sosyal medyada yayınlayıp başkalarının dikkatini çeken anne baba kendisini sorgulamalıdır. Farkında olmadan çocuğu üzerinden ilgi çekmeye çalışıyor olabilir. Çocuğunun hasta halinin fotoğrafını yayınlamak yerine, gerçekten gerekli ise kısa bir bilgilendirme çok daha nezaketli olabilir.
3. Çocuğunun Sorunlu Davranışlarını Paylaşmak
Günümüz akran zorbalığı daha çok sosyal medya üzerinden yapılıyor. Bazı anne babalar bilerek yada bilmeyerek çocuklarını gülünç duruma düşürecek yada alay konusu olmasına “online utandırmaya” yol açacak paylaşımlarda bulunabilirler. Aile içi gizliliği, mahremiyeti, çocuğun kişisel sınırlarını bozacak anılar paylaşılmamalıdır.
4. Bebeklik
Şu anda bebek bile olsa ileride büyüyecek, çocuk, genç ve yetişkin olacak. İleride utanmasına yol açacak örneğin çiş yaptığı anlar gibi yayınlardan kaçınılmalıdır. Tuvalette iken çekilmiş fotoğrafları varsa sosyal medyada yayınlamak yerine kendi özel albümünüzde tutabilirsiniz.
5. Çocuk Hakkında Özel Bilgiler
Kötü amaçlı kişilerin kullanabileceği bilgileri paylaşmamak gerekir. Örneğin “Evde tek başına bizi bekleyebiliyor”, “okuldan eve yürüyerek tek başına gelebiliyor”, “aferin oğluma kardeşine biz yokken bakıyor” gibi bilgileri kimlerin kötü niyetle kullanabileceğini bilemezsiniz. Kurumsal sayfalar hariç özel telefonunuz, adresiniz gibi bilgiler başınıza olmadık sorunlar açabilir.
6. Başkalarının Fotoğrafları
Başkasının çocuğunun fotoğrafını yayınlamadan önce düşünmek gerekir. Onun ailesi buna izin verip vermeyeceği, rahatsız olup olmayacağı iyi düşünülmelidir.
7. Akran Zorbalığına Maruz Kalan Çocuk
Eğer çocuğunuz başka çocukların zorbalığına maruz kalıyorsa bir kriz planı yapın. O çocukların ebeveynleri, okul yetkilileri ve gerekirse yasal mercilere ulaşmaya çalışın ve hemen önlemenin yolunu bulun. Bu konuda çocuğunuzu suçlayarak zaman harcamayın.
8. Nasıl Algılanıyor?
Bazı ebeveynler, öğretmenler bir çocuk için normal, doğal davranış ancak yetişkin gözüyle komik olan görüntüleri yayınlıyorlar. İzleyenler için komik, eğlenceli gelen bu haller çocuk için şimdi yada gelecekte kabus olabilir. Buradaki ölçüt, görüntünün nasıl algılanacağını iyi süzmenizdir. Çocuğun, doğaya, insanlığa, yaşama dair olumlu değerleri sunan görüntü ve mesajlarda sorun yoktur. Sorun, yanlış anlaşılabilecek, alay konusu olabilecek, tartışmaya yol açabilecek mesajları içeren paylaşımlardır.
Eskiden “nazar değer” diye kaçınılan bir çok durum günümüzde övünülen bir durum olarak algılanabiliyor. Aslında yılların süzgecinden geçerek gelen ve çocuğun korunmasına dönük olan bir çok tutum vardı. Günümüz online yaşamın verdiği, özgürlük ve rahatlığın getirdiği riskleri iyi bilmek gerekir. Unutmayın, resimler, videolar ve sözler her çeşit insan tarafından görülüyor.
Şenel Karaman | Uzman Psikolog
Alıntı: kidolindo.com

14 Ağustos 2016 Pazar

Kanser - Ansiklopedik Bilgi

Sınıflandırma ve dış kaynaklar
Normal cancer cell division from NIH-2.svg
Normal hücreler tamir edilemeyecek şekilde hasarlandığında apoptosis (A) tarafından elimine edilirler. Kanserli hücreler apoptosis'ten uzak dururlar ve gelişigüzel çoğalmalarına devam ederler 
Kanser, hücrelerde DNA'nın hasarı sonucu hücrelerin kontrolsüz veya anormal bir şekilde büyümesi ve çoğalmasıdır. Günde vücudumuzda (DNA'da) yaklaşık 10.000mutasyon olmasına rağmen immün sistemimiz her milisaniye vücudumuzu tarar ve kanserli hücreleri yok eder.Sağlıklı vücut hücreleri bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların onarılması amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar. Fakat bu yetenekleri de sınırlıdır. Sonsuz bölünemezler. Her hücrenin hayatı boyunca belli bir bölünebilme sayısı vardır. Sağlıklı bir hücre ne zaman ve nerede bölünebileceğini bilme yeteneğine sahiptir
Buna karşın kanser hücreleri, bu bilinci kaybeder, kontrolsüz bölünmeye başlar ve çoğalırlar. Kanser hücreleri toplanarak urları (tümörleri) oluştururlar, tümörler normal dokuları sıkıştırabilirler, içine sızabilirler ya da tahrip edebilirler. Eğer kanser hücreleri oluştukları tümörden ayrılırsa, kan ya da lenf dolaşımı aracılığı ile vücudun diğer bölgelerine gidebilirler. Gittikleri yerlerde tümör kolonileri oluşturur ve büyümeye devam ederler. Kanserin bu şekilde vücudun diğer bölgelerine yayılması olayına metastaz adı verilir.
Kanserler oluşmaya başladıkları organ ve mikroskop altındaki görünüşlerine göre sınıflandırılırlar. Farklı tipteki kanserler, farklı hızlarda büyürler, farklı yayılma biçimleri gösterirler ve farklı tedavilere cevap verirler. Bu nedenle kanser hastalarının tedavisinde, var olan kanser türüne göre farklı tedaviler uygulanır. Her kanser aynı yapıya sahip değildir.
Vücutta mutasyona uğrayan hücrelerin ancak çok küçük bir kısmı kansere yol açar. Bunun birçok nedeni vardır:
  1. Mutasyon gösteren hücrelerin yaşama kabiliyetleri normal hücrelere göre daha azdır. Bu yüzden ölürler.
  2. Mutasyon gösteren hücrelerin pek çoğunda bile hâlâ aşırı büyümeyi önleyen normal geridönüm kontrol düzeneği("Tümör baskılayıcı genler") bulunur. Bu yüzden hayatta kalabilen mutant hücrelerin çok azı kanserli hücreye dönüşür.
  3. Sıklıkla, kanser potansiyeli taşıyan bu hücreler büyüyüp kanser oluşturmadan önce vücudun bağışıklık sistemi tarafından yok edilirler.
Bu olay şöyle açıklanmaktadır:
Mutant hücrelerin çoğu, değişikliğe uğramış genleri nedeniyle kendi içlerinde anormal protein oluştururlar. Bu anormal proteinler vücudun bağışıklık sistemini uyararak antikor yapımına veya kanserli hücreye karşı duyarlılık kazanmış lenfositlerin oluşmasına neden olarak kanserli hücrenin yok edilmesini sağlarlar. ( Bu olayı destekleyen bir gerçek de organ trasnplantasyonu nedeniyle immünsupresif tedavi gören hastalarda kanser riskinin beş kat artmasıdır.
Bağışıklık sisteminin etkinliğini bozan durumlar kanseri hazırlayıcı etmenler (predispozan) olarak bilinir. Bağışıklık sistemi tarafından yok edilmemiş olan bu hücreler kontrolsüz biçimde üreyerek bulundukları dokuyu işgal ederler. Sadece o dokuyla sınırlı kalmayıp komşu dokulara da yayılırlar (invazyon). Kan ve lenf dolaşımı yoluyla vücudun ilgisiz bölgelerine de taşınabilirler (metastaz).
Kanser başlangıcı olan alanda en önemli özellik, kitlenin çevre dokulara girift, yapışık olmasıdır. İyi huylu (benign) tümörler genellikle sınırları belirgin kitlelerdir. Ancak kötü huylu (malign) tümörler, sınırları belirsiz ve çevre dokuya sıkıca yapışık halde bulunurlar. İlk evrelerde genellikle ağrısızdırlar.
Kanser, oluştuğu yani köken aldığı dokuya göre adlandırılır.
Kanser hücreleri; civarlarındaki dokulara ulaşarak, kan dolaşımı, lenf sistemi ya da vücut boşlukları ve yüzeyleri yollarıyla vücudun diğer taraflarına yayılırlar. Buna metastaz denir.
Vücudumuzda kontrolsüz olarak büyüyen kötü huylu tümörlere kanser denir. Kanserler iyi huylu ve kötü huylu olmak üzere iki kısma ayrılır. Kötü huylu tümörler başka dokulara ve organlara yayılma (Metastaz) özelliği gösterirler.

Kanserin Tarihsel Gelişim Süreci

Kanser, yüzyıllar öncesinde olduğu gibi günümüzde de aramızdaki varlığını sürdürmektedir.Malign tümörlerle ilgili tanımlara ilk olarak Mısır papirüsleri, Babil çivi yazısı tabletleri ve eski Hint yazmalarında rastlanılmaktadır. Ebers Papirüsünde (M.Ö. 15. yüzyıl), tümör tedavisinin öldürücü olabileceği belirtilmektedir. Antik döneme ait Yunan tıbbi kayıtlarında ve Galen'in çalışmalarında ise birçok kanser olgusuna rastlanmakla birlikte, bunların ne tür tümörler olduğuna karar vermek çoğu kez olanaksızdır. Kanser teriminin ilk defa Hipokrat tarafından (M.Ö. 460-377) organizmanın şifa bulmayan yeni yapılanmaları için kullanıldığı görülür. Vücut yüzeyinde büyüyen ve genellikle ülsere olan, kırmızı, sıcak, ağrılı, diğerlerinden farklı karakterde olup daha yavaş büyüyen şişliklere Hipokrat, “karkinos” ya da “karkinoma”, Galen (M.S. 2. yüzyıl) ise yengece benzettiği görünümü nedeniyle “kanser” adını verdi. Diğer bir yoruma göre bu isimlendirme, kanser ağrısının, yengeç ısırması ile oluşan, ortadan çevreye doğru yayılan kemirici tarzdaki ağrıya benzerlik göstermesi nedeniyledir. Yunan tıbbında, “praeter naturam” adı verilen anormal patolojik büyüme ise tümör olarak adlandırıldı. Bu dönemde sadece epitelyal kökenli malign tümörlere kanser denildiği ve nedeninin diğer hastalıklarda olduğu gibi vücut sıvıları arasındaki dengesizliğe bağlandığı görülmektedir. Galen, tümörleri, doğaya uyan , doğayı aşan ve doğaya karşı olan şeklinde üç grupta sınıflandırmıştır.
Hipokrat'la başlayan ve Galen'le devam eden humoral patoloji teorisi doğrultusunda, tümör oluşumundan kara safra sorumlu tutuldu. Kanserden korunmak için diyet önerilmesi 18. yüzyıla kadar güncelliğini korudu. Tedavide, aynı zamanda ülser tedavisinde kullanılan metalik tuzlar (bakır, kurşun, sülfür, arsenik vb.) kullanıldı. Bunların dışında hayvansal (kurbağa, köpek serumu, balık, kuş) ve bitkisel (menekşe yaprağı ve pekmezin) drogların da kanser tedavisinde kullandığı bilinmektedir. Patoloji, anatomi ve radikal cerrahi tekniklerini bilmeyen dönemin cerrahları tarafından, kitlenin kateterizasyon ya da bıçakla çıkartılması ile tedavi girişimleri ise başarısızlıkla sonuçlandı.
Türk tıp tarihinde ise kansere “seretan” adı verilmektedir. Tarsuslu Osman Hayri Efendi'nin “Kenzüsıhhatül Ebdaniye” (1298) adlı eserinde seretan, fındık ya da küçük yumru büyüklüğünde, ağrılı, etrafı damarlı bir oluşum olarak tanımlanmaktadır. İshak bin Murad'ın “Havasüledviye” (1390) adlı eserinde kanser tedavisinde önerilmektedir. Fierafeddin Sabuncuoğlu'nun “Cerrahiye-i İlhaniye” adlı eserinde (1465) ise seretanın çevresinin dağlanarak kitlenin kesilmesi önerilir. Ancak uzun zamandır duran ve büyük olan kitlenin dağlanmaması gerektiği belirtilmektedir. Seretanın açılıp yara olması durumunda ise kurşun ya da tutya merhemi sürülmektedir.Yine aynı eserde seretan tedavisinde kullanılan ilaç terkipleri yer almaktadır.
Türk tıp tarihinde de tıpkı Hipokrat ve Galen'de olduğu gibi hastalığın nedeni humoral patoloji teorisine göre açıklanmakta ve seretanın ya da kanserin nedeni kara safraya bağlanmaktadır.
Rönesans ile birlikte Avrupa tıbbında kanserin tanımlanması ile ilgili yeni gelişmeler oldu. Bu döneminin büyük cerrahı Ambroise Paré (1510- 1590), malign tümörleri, “meydana geldiği yerin elemanlarından oluşan etin fazla büyümesi” olarak tanımladı ve kadınlarda kanserin daha fazla olduğunu, meme kanserlerinin ise koltukaltı gangliyonları aracılığı ile yayılım yaptığını belirtti.Kanser üzerinde ilk bilimsel, mikroskobik inceleme Marcello Malpighi (1628-1694) tarafından yapıldı. Günümüzde bilinen birçok kanser türünü ise Morgagni (1682-1771) tanımladı ve primer tümörleri sekonder tümörlerden ayırdı. On yedinci yüzyıl cerrahları ile birlikte kanser, dokunulmaması gereken bir olgu olmaktan çıktı.Hematoloji deyiminin ilk olarak 1743'de Thomas Schwenke tarafından kullanıldı. Kan hücrelerinin tanımlanması ise 17. yüzyıl sonu ve 18. yüzyılda gerçekleşti. Eritrositler Anton von Leeuwenhoek (1632-1723) tarafından 1674'te, lökositler Joseph Lieutaud (1703-1780) tarafından 1749'da, lenfositler William Hewson (1739-1774) tarafından 1774'te tanımlandı.
Marie François Xavier Bichat (1771-1802), on dokuzuncu yüzyılın başlangıcında genel patolojik anatominin temellerini kurarken malign tümörler için “normal örgülere benzen iğreti örgü” deyimini kullandı ve tümöral yapıda parankim ve strumayı tanımladı. On sekizinci yüzyılda lenfatik sistemin bulunuşu, lenf sıvısının tümörlerin toplanmasından sorumlu tutulmasına neden oldu. Böylece John Hunter ile birlikte, lenf bezlerinin çıkarılması kanserin tedavisinde uygulanmaya başlandı. İlk defa tümörlerin anatomik ayrımını yapan Laönnec (1781-1826), organizmanın normal yapısına benzeyen tümörlere “homolog”, farklı olanlarına ise “heterolog” tümör adını verdi.
Henüz mikroskobun kullanılmadığı dönemlerde sözü edilen bilim adamlarının bulduğu sonuçlar oldukça şaşırtıcıdır. Zaharias Jansen tarafından 1590'da bulunan mikroskop, 1611'de Kepler, 1684'te Chistiaan Huygens ve daha sonra Ernst Abbe (1804-1903) tarafından tarihi gelişimini tamamlayarak tıp alanında ancak 19. yüzyıl başlarında ve çok az hekim tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu döneme kadar hastalıkların, sert organların kıvam ve elastikiyetinin bozulması (soliter patoloji) ya da vücuttaki sıvılar arasındaki dengesizlik (humoral patoloji) sonucu meydana geldiğine inanılmaktaydı. Kan hücrelerinin neoplastik bir proliferasyon sonucu kemik iliği ve diğer dokuları infiltre etmesinin lösemi oluşumuna neden olduğu düşüncesi henüz yoktu. Broussai (1771-1838) humoral patolojiye dayanarak kanserin, örgüler içerisinde albümin toplanması sonucu oluştuğunu ileri sürdü. Johannes Peter Müller (1801-1858) ise patolojik anatomi ile ilgili çalışmaları mikroskopla yapan ilk bilim adamı olarak tarihe geçti ve Bichat'ın tanımladığı parankim ve strumayı gösterdi.
On dokuzuncu yüzyılın başlamasıyla, kanser oluşumunda önemli bilgiler kazandıran araştırmaların yanı sıra kanserin tanı ve tedavisinde de büyük adımlar atıldı. İngiltere'de 1802 tarihinde, Kanserin Doğası ve Tedavisini Araştırma Derneği (Society for Investigating the Nature and Cure of Cancer) tarafından ortaya atılan “Kanserin tanısal bulguları nedir?”, “Kanserin nedenleri nelerdir?”, “Kanser primer bir hastalık mıdır ya da diğer hastalıklardan mı gelişmektedir?”, “Kanser kalıtımsal mıdır?” gibi sorular ortaya atıldı.
Kanser Tedavisinde Tartışmalar
Kanser etyolojisindeki çeşitlilik kesin sonuçlara ulaşmada engel oluşturmaktaydı. Kanser tedavisinde kullanılan cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi yöntemlerinin hiçbirisi ideal yöntem olarak kabul edilmemekteydi. Tümör çıkarılsa ya da radyoterapi ile yok edilse bile bütün kanserli hücrelerin temizlendiğinden emin olmak olanaklı değildi. Kemoterapi ise sadece kanser hücrelerinin değil sağlam hücrelerin de bölünmesini durduğundan işlem bütün vücuda zarar vermekteydi. Böylece kanser etyolojisine yönelik araştırmalar hastalığın tedavisinde yeni arayışlara neden oldu. 1950'li yıllarda çeşitli bitkilerin kanser tedavisinde etkili olduğu haberleri basında yer almaya başladı. Yine kansere virüsün neden olduğu düşüncesinden yola çıkarak kanser virüsünün daha kuvvetli bir virüs kullanılarak tedavi edilebileceği düşüncesi ortaya atıldı (1952). Sentetik olarak üretilen puromisin adlı antibiyotiğin hayvan deneylerinde meme kanseri üzerinde etkili olduğu gösterildi (1954). Dr. Pierre Grobon (1959), kanser hücrelerinde şeker fazlalığı olduğunu, diyabetli hastaların hücrelerinde ise yeteri kadar şeker olmadığını ve diyabetlilerde kanser oluşumunun az olduğunu gözlemlemesi üzerine, suni yolla diyabet oluşturmanın kanser tedavisinde kullanılabileceğini söyledi. Kanser hücrelerinde şeker birikimini önlemek amacıyla deney hayvanlarında alloxane kullanarak suni diyabet oluşturan Dr. Grobon olumlu sonuçlar aldı. 1960'lı yılların başında ise kansere karşı aşı çalışmaları başladı. Dr. Charlotte Friend (1960), farelerde uyguladığı aşı ile lösemiye karşı %80 olumlu sonuç veren bir aşı üzerinde çalıştığını ifade etti. Kanserden korunmak için insanlar üzerinde yapılan ilk aşı uygulaması ise 1961 yılında İsveç'te yaşları 60-70 arasında olan sağlıklı 120 gönüllü üzerinde denendi. Aşı çalışmalarında en başarılı sonuç Dr. Rainer Laufs ve Dr. Hans Steinke'nin 1975 yılında maymunlar üzerinde yaptığı bir deneyle elde edildi. Virüsle karşılaştıklarında lenf kanserine yakalanan bir maymun türü üzerinde yapılan deneyde insanlarda rastlanmayan Herpes saimiri adlı virüsten elde edilen aşı maymunlara enjekte edildi. Daha sonra aynı sayıda aşılanmış ve aşılanmamış maymunlar virüs bulunan ortama bırakıldı. Aşılanmamış maymunlar virüsle temas ettikten sonra 34-51 gün içinde ölürken aşılı maymunlar hayatta kaldılar. Dr. Voeber (1964), tümörün sıcaktan zarar gördüğü düşüncesinden yola çıkarak kanserli uzvun 43-44 °C sıcak su ile teması sonucunda tümörün büyümesinin engellendiğini ileri sürdü. 1974 yılında Türk basınında kamuoyunu oldukça meşgul eden bir haber çıktı. Bu habere göre Dr. Ziya Özel kanseri zakkum ile tedavi ettiğini ileri sürmekteydi. Kanser gibi önemli bir hastalığın tedavisi ile ilgili bu haber büyük bir ilgi uyandırdı. Türk Tabipler Birliği'nin yaptığı basın açıklaması ise bilim dışı uygulamaların olumsuz sonuçlarını vurgulamaktaydı. Yeni bulunan ilaç ve yöntemlerin tedavi aracı olabilmesi için konuyla ilgili bilim merkezlerinde incelenmesi, etkisinin anlaşılması ve tedavi niteliğinin bulunduğunun saptanması gerektiği, bunlar yapılmadan bir ilaç ya da yöntemin kullanılmasının bilimsel ve hukuki sorumluluğu olduğu duyuruldu.[1]

Kanser Tarihi

Kanser, yüzyıllar öncesinde olduğu gibi günümüzde de aramızdaki varlığını sürdürmekte ve insanlığı geçmişte olduğundan daha fazla tehdit etmektedir.Malign tümörlerle ilgili tanımlara ilk olarak Mısır papirüsleri, Babil çivi yazısı tabletleri ve eski Hint yazmalarında rastlanılmaktadır. Ebers Papirüsünde (M.Ö. 15. yüzyıl), tümör tedavisinin öldürücü olabileceği belirtilmektedir. Antik döneme ait Yunan tıbbi kayıtlarında ve Galen'in çalışmalarında ise birçok kanser olgusuna rastlanmakla birlikte, bunların ne tür tümörler olduğuna karar vermek çoğu kez olanaksızdır. Kanser teriminin ilk defa Hipokrat tarafından (M.Ö. 460-377) organizmanın şifa bulmayan yeni yapılanmaları için kullanıldığı görülür. Vücut yüzeyinde büyüyen ve genellikle ülsere olan, kırmızı, sıcak, ağrılı, diğerlerinden farklı karakterde olup daha yavaş büyüyen şişliklere Hipokrat, “karkinos” ya da “karkinoma”, Galen (M.S. 2. yüzyıl) ise yengece benzettiği görünümü nedeniyle “kanser” adını verdi.1 Diğer bir yoruma göre bu adlandırma, kanser ağrısının, yengeç ısırması ile oluşan, ortadan çevreye doğru yayılan kemirici tarzdaki ağrıya benzerlik göstermesi nedeniyledir.2 Yunan tıbbında, “praeter naturam” adı verilen anormal patolojik büyüme ise tümör olarak adlandırıldı.1 Bu dönemde sadece epitelyal kökenli malign tümörlere kanser denildiği ve nedeninin diğer hastalıklarda olduğu gibi vücut sıvıları arasındaki dengesizliğe bağlandığı görülmektedir. Galen, tümörleri, doğaya uyan (gebelik durumunda uterusun gelişimi), doğayı aşan (hipertrofi) ve doğaya karşı olan (malign tümörler) şeklinde üç grupta sınıflandırmıştır.2
Hipokrat'la başlayan ve Galen'le devam eden humoral patoloji teorisi doğrultusunda, tümör oluşumundan kara safra sorumlu tutuldu. Kanserden korunmak için diyet önerilmesi 18. yüzyıla kadar güncelliğini korudu. Tedavide, aynı zamanda ülser tedavisinde kullanılan metalik tuzlar (bakır, kurşun, sülfür, arsenik vb.) kullanıldı.1,3 Bunların dışında hayvansal (kurbağa, köpek serumu, balık, kuş) ve bitkisel (menekşe yaprağı ve pekmezin) drogların da kanser tedavisinde kullandığı bilinmektedir.4 Patoloji, anatomi ve radikal cerrahi tekniklerini bilmeyen dönemin cerrahları tarafından, kitlenin kateterizasyon ya da bıçakla çıkartılması ile tedavi girişimleri ise başarısızlıkla sonuçlandı.1,3
Türk tıp tarihinde ise kansere “seretan” adı verilmektedir. Tarsuslu Osman Hayri Efendi'nin “Kenzüsıhhatül Ebdaniye” (1298) adlı eserinde seretan, fındık ya da küçük yumru büyüklüğünde, ağrılı, etrafı damarlı bir oluşum olarak tanımlanmaktadır. İshak bin Murad'ın “Havasüledviye” (1390) adlı eserinde kanser tedavisinde günlük önerilmektedir. fierafeddin Sabuncuoğlu'nun “Cerrahiye-i İlhaniye” adlı eserinde (1465) ise seretanın çevresinin dağlanarak kitlenin kesilmesi önerilir. Ancak uzun zamandır duran ve büyük olan kitlenin dağlanmaması gerektiği belirtilmektedir. Seretanın açılıp yara olması durumunda ise kurşun ya da tutya merhemi sürülmektedir.5 Yine aynı eserde seretan tedavisinde kullanılan ilaç terkipleri yer almaktadır. Beş dirhem mürdesenk (kurşun di-oksit), on dirhem mum, sekiz dirhem zencefre (civa sülfür) gülyağı ile karıştırılarak seretan üzerine sürülür. Bir başka terkipte yirmi dörder dirhem ak mum ve çam sakızı, ikişer dirhem cavaşir otu, çadıruşağı otu, zincâr (bakır hidrokarbonat) ve mürrüsafi, üçer dirhem boru elması ve günlük, dört buçuk dirhem mürdesenk (kurşun dioksit) karıştırılarak sürülür.6 Topkapı Sarayı'nda Revan odasında yer alan, tarihi ve yazarı belli olmayan bazı tıbbi eserlerde ise iltihaplı seretanda tutya, kuru seretanda ise tudri adlı siyah tohumları olan bir otun balla karıştırılarak kitle üzerine sürülmesi önerilmektedir.5
Türk tıp tarihinde de tıpkı Hipokrat ve Galen'de olduğu gibi hastalığın nedeni humoral patoloji teorisine göre açıklanmakta ve seretanın ya da kanserin nedeni kara safraya bağlanmaktadır.
Rönesans ile birlikte Avrupa tıbbında kanserin tanımlanması ile ilgili yeni gelişmeler oldu. Bu döneminin büyük cerrahı Ambroise Paré (1510- 1590), malign tümörleri, “meydana geldiği yerin elemanlarından oluşan etin fazla büyümesi” olarak tanımladı ve kadınlarda kanserin daha fazla olduğunu, meme kanserlerinin ise koltukaltı gangliyonları aracılığı ile yayılım yaptığını belirtti.2 Kanser üzerinde ilk bilimsel, mikroskobik inceleme Marcello Malpighi (1628-1694) tarafından yapıldı.3 Günümüzde bilinen birçok kanser türünü ise Morgagni (1682-1771) tanımladı ve primer tümörleri sekonder tümörlerden ayırdı.2 On yedinci yüzyıl cerrahları ile birlikte kanser, dokunulmaması gereken bir olgu olmaktan çıktı.3 Hematoloji deyiminin ilk olarak 1743'de Thomas Schwenke tarafından kullanıldı. Kan hücrelerinin tanımlanması ise 17. yüzyıl sonu ve 18. yüzyılda gerçekleşti. Eritrositler Anton von Leeuwenhoek (1632-1723) tarafından 1674'te, lökositler Joseph Lieutaud (1703-1780) tarafından 1749'da, lenfositler William Hewson (1739-1774) tarafından 1774'te tanımlandı.7
Marie François Xavier Bichat (1771-1802), on dokuzuncu yüzyılın başlangıcında genel patolojik anatominin temellerini kurarken malign tümörler için “normal örgülere benzen iğreti örgü” deyimini kullandı ve tümöral yapıda parankim ve strumayı tanımladı. On sekizinci yüzyılda lenfatik sistemin bulunuşu, lenf sıvısının tümörlerin toplanmasından sorumlu tutulmasına neden oldu. Böylece John Hunter ile birlikte, lenf bezlerinin çıkarılması kanserin tedavisinde uygulanmaya başlandı. İlk defa tümörlerin anatomik ayrımını yapan Laönnec (1781-1826), organizmanın normal yapısına benzeyen tümörlere “homolog”, farklı olanlarına ise “heterolog” tümör adını verdi.2
Henüz mikroskobun kullanılmadığı dönemlerde sözü edilen bilim adamlarının bulduğu sonuçlar oldukça şaşırtıcıdır. Zaharias Jansen tarafından 1590'da bulunan mikroskop, 1611'de Kepler, 1684'te Chistiaan Huygens ve daha sonra Ernst Abbe (1804-1903) tarafından tarihi gelişimini tamamlayarak tıp alanında ancak 19. yüzyıl başlarında ve çok az hekim tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu döneme kadar hastalıkların, sert organların kıvam ve elastikiyetinin bozulması (soliter patoloji) ya da vücuttaki sıvılar arasındaki dengesizlik (humoral patoloji) sonucu meydana geldiğine inanılmaktaydı. Kan hücrelerinin neoplastik bir proliferasyon sonucu kemik iliği ve diğer dokuları infiltre etmesinin lösemi oluşumuna neden olduğu düşüncesi henüz yoktu. Broussai (1771-1838) humoral patolojiye dayanarak kanserin, örgüler içerisinde albümin toplanması sonucu oluştuğunu ileri sürdü. Johannes Peter Müller (1801-1858) ise patolojik anatomi ile ilgili çalışmaları mikroskopla yapan ilk bilim adamı olarak tarihe geçti ve Bichat'ın tanımladığı parankim ve strumayı gösterdi.2
On dokuzuncu yüzyılın başlamasıyla, kanser oluşumunda önemli bilgiler kazandıran araştırmaların yanı sıra kanserin tanı ve tedavisinde de büyük adımlar atıldı. İngiltere'de 1802 tarihinde, Kanserin Doğası ve Tedavisini Araştırma Derneği (Society for Investigating the Nature and Cure of Cancer) tarafından ortaya atılan “Kanserin tanısal bulguları nedir?”, “Kanserin nedenleri nelerdir?”, “Kanser primer bir hastalık mıdır ya da diğer hastalıklardan mı gelişmektedir?”, “Kanser kalıtımsal mıdır?” gibi sorular ortaya atıldı.1 Kanser Etyolojisine Yönelik Tartışmalar Kanserin tanımlanması için yüzyıllarca süren morfolojik ve histolojik araştırmalardan sonra hastalığın etyolojisine ilişkin tartışmalara geçildi. Bu tartışmaları şu şekilde sıralayabiliriz:2,8-10
1. İlk olarak 1771 yılında Percival Pott'un Londralı ocak süpürücülerinde yüksek oranda skrotum ve deri kanseri görülmesinin neden ini kuruma bağlaması ile kanser ojen maddelerin hastalığa neden olduğu düşüncesi oluştu.
2. Conheim, 1875 yılında kanser etyolojisini embriyoner teoriye göre açıkladı. Bu teoriye göre embriyonda bazı hücre grupları normal gelişimlerini tamamlamayarak embriyonel tohum halinde kalmaktadır. Bunlar iç ve dış uyaranların etkisi ile diferansiye olmadan hızla çoğalarak kanser hücresini oluştururlar.
3. Ribbert'e göre, malign tümörler, doğuştan ya da sonradan rejenerasyon sonucu bir grup hücrenin prolifere olması ile oluşmaktadır.
4. Virchow'un selüler iritasyon teorisine göre, kanser primer bir hastalık olmayıp kronik iritasyonları izleyen dejeneratif ve rejeneratif değişikliklerden sonra hayatta kalabilen bazı hücrelerin kendi başlarına ayrı hücre grupları oluşturmasıdır.
5. Bakteriyoloji alanındaki gelişmelerin bir sonucu olarak kanser enfeksiyöz hastalıklar grubu arasına sokulmaya çalışıldı. İlk olarak Borrel, 1903 yılında kanserin viral kökenli olabileceği fikrini ortaya attı. Ellerman ve Bank, 1909 yılında, löseminin tavuklar arasında bulaşıcı olduğunu gösterdiler. Dr. Klara Fonti, kanser etkeninin virüs olduğu düşüncesinden yola çıkarak 1952 yılında meme kanseri olan bir hastanın kanserli memesinin üzerinden aldığı salgıyı kendi memesine sürerek kanser oluşturdu. Dr. Stanley 1956 yılında her insanda kanser virüsü bulunduğunu, ancak kanser oluşumu için virüsün hormonlarda meydana gelen değişiklik, kimyevi maddeler, radyasyon, yanlış beslenme gibi nedenlerle aktif hale geçirilmesi gerektiğini belirtti. Çeşitli bilim kuruluşları hücrelere yerleşip fırsat kollayan bu hücrelerin nasıl yeniden harekete geçtiklerini deneylerle ortaya koydular. Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü'nden Dr. Wallace Rowe, lösemiye karşı çok hassas olan bir fare cinsine kansere neden olan brom de exyuridin enjekte ettiğinde hücrelerin değişikliğe uğrayıp lösemiye neden olan virüsleri üretmeye başladığını gösterdi. İnsanda bazı kanser türlerine neden olduğuna inanılan virüs, Anderson Hastanesi Tümör Enstitüsü'nde Dr. Priori ve Dr. Dmochowski başkanlığındaki ekibin çalışmaları sonucunda ilk kez deney tüpünde ayrıştırıldı. Kanada Ontario Kanser Enstitüsü'nde görevli Dr. Mak ve Dr. Hawatson, 1974 yılında, insanda lösemi etkeni olan bir virüs buldular.
6. Warburg'un biyoşimik teorisine göre ise, kanserin nedeni hücre değişmesi ya da dış ajan değil, metabolik bir bozukluktu. 1950'li yıllarda kanser hücresinde çinko ve glutamik asit düzeylerinin normalden yüksek olduğu bulundu.
7. Maude Slye'nin kanserli fareleri kendi aralarında birleştirerek kanserli yavrular elde etmesi kanser oluşumunda genetik faktör düşüncesini ortaya çıkardı.
8. Tütün dumanında kanserojen bir madde olan hidrokarbürün 1950'de izole edilmesi, betel (karabiber ağacı) çiğneyen Hindistanlı erkeklerde ağız ve özafagus kanserinin yüksek olduğunun gösterilmesi, Japonya'da tütsülenmiş balık yenilmesi ile mide kanseri arasında ilişki olduğunun bulunması ile kişinin yaşama alışkanlıklarının kanser oluşumundaki etkisi gösterildi.
9. Farklı ırk ve toplumlar arasında kanser görülme sıklığının değişmesi, kanser oluşumunda çevre faktörünün etkili olduğu düşüncesini ortaya çıkardı. Örneğin karaciğer kanseri Güney Afrika ve Hindistan'da, kalınbağırsak kanseri Avrupa ve Kuzey Amerika'da daha sıktır. Yirmi dört ülkede yapılan çalışmanın sonuçlarına göre meme kanseri İngiltere ve Danimarka'da daha çok, fiili ve Japonya'da ise azdır.
10. Kanser görülme sıklığının yaşın artışı ile birlikte artması organizmanın yaşlanmasına eşlik eden bir dejenerasyon sürecinin olduğunu göstermektedir. Ortalama yaşam süresinin uzaması, yaşam koşullarının düzelmesi kanserin ileri yaşlarda görülme sıklığının artmasını açıklamaktadır.
Kanser Tedavisinde Tartışmalar Öncelikle kanserin aslında ne olduğu, nasıl oluşup geliştiği anlaşılırsa tedavisinin de olanaklı olacağı düşünüldü. Ancak kanser etyolojisindeki çeşitlilik kesin sonuçlara ulaşmada engel oluşturmaktaydı. Kanser tedavisinde kullanılan cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi yöntemlerinin hiçbirisi ideal yöntem olarak kabul edilmemekteydi. Tümör çıkarılsa ya da radyoterapi ile yok edilse bile bütün kanserli hücrelerin temizlendiğinden emin olmak olanaklı değildi. Kemoterapi ise sadece kanser hücrelerinin değil sağlam hücrelerin de bölünmesini durduğundan işlem bütün vücuda zarar vermekteydi. Böylece kanser etyolojisine yönelik araştırmalar hastalığın tedavisinde yeni arayışlara neden oldu. 1950'li yıllarda çeşitli bitkilerin kanser tedavisinde etkili olduğu haberleri basında yer almaya başladı. Yine kansere virüsün neden olduğu düşüncesinden yola çıkarak kanser virüsünün daha kuvvetli bir virüs kullanılarak tedavi edilebileceği düşüncesi ortaya atıldı (1952). Sentetik olarak üretilen puromisin adlı antibiyotiğin hayvan deneylerinde meme kanseri üzerinde etkili olduğu gösterildi (1954). Dr. Pierre Grobon (1959), kanser hücrelerinde şeker fazlalığı olduğunu, diyabetli hastaların hücrelerinde ise yeteri kadar şeker olmadığını ve diyabetlilerde kanser oluşumunun az olduğunu gözlemlemesi üzerine, suni yolla diyabet oluşturmanın kanser tedavisinde kullanılabileceğini söyledi. Kanser hücrelerinde şeker birikimini önlemek amacıyla deney hayvanlarında alloxane kullanarak suni diyabet oluşturan Dr. Grobon olumlu sonuçlar aldı. 1960'lı yılların başında ise kansere karşı aşı çalışmaları başladı. Dr. Charlotte Friend (1960), farelerde uyguladığı aşı ile lösemiye karşı %80 olumlu sonuç veren bir aşı üzerinde çalıştığını ifade etti. Kanserden korunmak için insanlar üzerinde yapılan ilk aşı uygulaması ise 1961 yılında İsveç'te yaşları 60-70 arasında olan sağlıklı 120 gönüllü üzerinde denendi. Aşı çalışmalarında en başarılı sonuç Dr. Rainer Laufs ve Dr. Hans Steinke'nin 1975 yılında maymunlar üzerinde yaptığı bir deneyle elde edildi. Virüsle karşılaştıklarında lenf kanserine yakalanan bir maymun türü üzerinde yapılan deneyde insanlarda rastlanmayan Herpes saimiri adlı virüsten elde edilen aşı maymunlara enjekte edildi. Daha sonra aynı sayıda aşılanmış ve aşılanmamış maymunlar virüs bulunan ortama bırakıldı. Aşılanmamış maymunlar virüsle temas ettikten sonra 34-51 gün içinde ölürken aşılı maymunlar hayatta kaldılar. Dr. Voeber (1964), tümörün sıcaktan zarar gördüğü düşüncesinden yola çıkarak kanserli uzvun 43-44 °C sıcak su ile teması sonucunda tümörün büyümesinin engellendiğini ileri sürdü. 1974 yılında Türk basınında kamuoyunu oldukça meşgul eden bir haber çıktı. Bu habere göre Dr. Ziya Özel kanseri zakkum ile tedavi ettiğini ileri sürmekteydi. Kanser gibi önemli bir hastalığın tedavisi ile ilgili bu haber büyük bir ilgi uyandırdı. Türk Tabipler Birliği'nin yaptığı basın açıklaması ise bilim dışı uygulamaların olumsuz sonuçlarını vurgulamaktaydı. Yeni bulunan ilaç ve yöntemlerin tedavi aracı olabilmesi için konuyla ilgili bilim merkezlerinde incelenmesi, etkisinin anlaşılması ve tedavi niteliğinin bulunduğunun saptanması gerektiği, bunlar yapılmadan bir ilaç ya da yöntemin kullanılmasının bilimsel ve hukuki sorumluluğu olduğu duyuruldu.10
1) Sigerist HE. The historical development of the pathology and therapy of cancer. In: Marti-Ibanez F, editor. On the history of medicine. New York: MD Publications Inc; 1960. p. 59-65. 2) Yener N. Meme kanseri. Ankara Hastanesi Derg 1973;8(1):5-13. 3) Bettmann O. 17th century surgeons operate for cancer, a pictorial history of medicine. Springfield: Thomas CC Publisher; 1956. p. 175. 4) Bainbridge WS. Cancer-yesterday, today and tomarrow. Med J Rec 1930;17:1-18. 5) Ünver SA. Türk tıb tarihinde kanser ve tedavisine dair. İst Tıp Fak Mecmuası 1938;1(5):673-8. 6) Baylav N. Fatih Sultan Mehmed devrinde (te'lif, terceme ve istinsah edilen) tıb eserleri ile ilaçlar. İstanbul: Türkiye Tıbbi Müstahzarat Lab Derneği Yayınları No: 1; 1953. p. 21-2. 7) Ulutin ON. Hematoloji. In: Unat EK, editor. Dünya'da ve Türkiye'de 1850 yılından sonra tıp dallarındaki ilerlemelerin tarihi. İstanbul: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Vakfı Yayınları No: 4; 1988. p. 191-7. 8) İyriboz Y. Kanser: gerçekler, umutlar. Devir Derg 1973;30:16. 9) Dalay N. Kanser ırsi değil, sâridir. Hayat Mecmuası 1975;49:65-8. 10) Şehsuvaroğlu BN Arşivi. Kanser Dosyası. İ.Ü. İst. Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deonoloji Anabilim Dalı Kütüphanesi, 1950-1975. (3)

Kanserin sebepleri

Kanserin esas nedeni hücre bölünmesi esnasında DNA replikasyonunun (eşlenmesi) hatalı olması sonucu hücrenin farklılaşmasıdır. DNA replikasyon anormalisine sebep olduğu sanılan birçok faktör mevcuttur ve bunlara predispozan (hazırlayıcı) faktörler denir. Hücre bölünmesi, doku tamiri ve yenilenmesi amacıyla yapılır. Doku tamiri ve yenilenmesini hızlandıran tüm etmenler aslında bir kanser hazırlayıcısı olabilir.
  1. X-ışınlarıgama ışınlarıradyoaktif maddelerden yayılan partikül radyasyonları ve ultraviyole ışınları gibi iyonize edici radyasyonlar kansere zemin hazırlamaktadır. Bu radyasyonların etkisi altında doku hücrelerinde oluşan iyonlar yüksek derecede reaktif olduklarından DNA zincirlerini kopararak mutasyona sebep olmaktadır. Gürültü ve Radyasyon kirliliği, Yoğun trafik, Dar sokaklar,Mega kentleşme Ozon ve Oksijen kontaminasyonu.
  2. Bazı kimyasal maddelerin mutasyon potansiyeli yüksektir. Mutasyona neden olan kimyasal maddelere kanserojenler denir. Anilin boya türevleri, sigara dumanındaki çok sayıdaki kimyasal, metilmetakrilat, asbest, silika tozları, kömür ve alçı tozu bunlara örnektir. Günümüzde toplumda en büyük sayıda kansere neden olan kanserojenler sigara dumanında bulunmaktadır. # Fiziksel olarak tahriş edici maddeler de kansere neden olmaktadır. Dokuda oluşan harabiyet hızlı bir mitoz faaliyetiyle tahrip olan hücrelerin yerine yeni hücreler oluşturur. Mitoz ne kadar fazla ve hızlı olursa mutasyon riski o kadar artar. Bu tür fiziksel etmenler arasında (dudak ısırma, saçla oynama, ben (nevus) koparma), yara kabuklarıyla oynama, bazı tahriş edici gıdaların aşırı ve sık tüketimi sayılabilir.
  3. Birçok ailede kansere yakalanmaya karşı güçlü bir kalıtsal eğilim vardır. Bu olay belki de birçok kanser tipinde kanserin oluşmasından önce birden fazla mutasyona ihtiyaç olduğu gerçeğininden kaynaklanmaktadır. Kansere özellikle yatkınlığı olan bu ailelerin kalıtsal genomlarında bir veya daha fazla mutasyona uğramış gen bulunmaktadır. Bu yüzden böyle şahıslarda kanser büyümeye başlamadan önce çok daha az sayıda ilave mutasyon olması, kanseri başlatmak için yeterlidir.
  4. Kanser oluşumunda viral faktörlerin etkisi de vardır.
Kadınlarda en çok meme, rahim ve kalın bağırsak kanseri; erkeklerde ise en çok akciğer, prostat, mide ve kalın bağırsak kanserleri görülmektedir. Tüm kanserlerin %16'sı, tüm kanser ölümlerinin %28'i erkeklerde %35, kadınlarda %19 akciğer kanseri nedeniyledir. Akciğer kanseri büyük ölçüde sigara kullanımı ile ilişkilidir.
Kanserin görüldüğü yerler aşağıda gösterildiği şekilde yüzdelenebilir
Beyin ve omurilik %1
Cilt %10
Genital bölgeler: erkeklerde %20, kadınlarda %8
Meme  %14
Sindirim sistemi %25
Solunum yolları: erkeklerde %2, kadınlarda %3
Karaciğer ve safra kesesi %3
Diğer organlar %8

Diğer Yaşa bağlı durumlar

Teknoloji ve tıbbın ilerlemesiyle birlikte hergeçen gün uzayan insan ömrü ve başarılı insan ve hayvan tedavilerinden başka, Naturel bir son olarak zaman aşımına bağlı veya istisnai durumlarda hastalığı İlerlemiş bir hastanın yakınları ve doktoru, hastanın kalan ömrünün süresini ve o hasta için ifade ettiği değeri bilemezler ve tayin edemezler. Üstelik kanser hastalığının zaman zaman gösterdiği kendiliğinden gerilemelerin (spontan remisyon) ne zaman olacağını kestirmek mümkün değildir. Zaten kansere bağlı ölümlerin çoğunluğu kanser hastalığının hayati organları tutmasından değil; enfeksiyon, kan hücre sayısında anormal düşmeler, yetersiz beslenme, yatak yaraları gibi yan nedenlerden olmaktadır. Bu nedenle ilerlemiş kanserli hastanın yakınları ve doktorları, kansere yönelik tedaviler iflas etmiş ve hastalığa yönelik tedavi yapılamıyor bile olsa hastaya son ana kadar tıbbi ve moral desteklerini sürdürmelidirler.Kanserli hastaların ve yakınlarının en korktukları sorunlardan bir tanesi ağrıdır. Ağrı bazen direkt olarak kanser ile ilgili olmamakla beraber, tümör tıkanmaya neden olduğu, enfeksiyon başlattığı veya sinirleri tuttuğu zaman ortaya çıkar.[2]

İyi huylu ve kötü huylu tümörler

İyi huylu (benign) tümörler kanser değildir. Komşu bölgelere yayılmazlar. Sınırları belirgindir. Komşu dokuları eritmezler. Bu hücreler,onkogen yani farklılaşmışlardır (mutasyon)ancak yine de orijinlerini tahmin etmek mümkündür. Tamamen çıkartıldığı zaman genellikle tekrarlamazlar.
Kötü huylu (malign) tümörler ise kanser olarak adlandırılır. Komşu organ ve dokulara yayılırlar, kemik doku ile karşılaştıklarında onu dahi eritirler (rezorbsiyon). Sınırları belirsizdir. Malign tümörü oluşturan hücreler o kadar farklılaşmışlardır ki orijinlerinin ne olduğunu söylemek imkânsızdır. Lenf ve kan yoluyla uzak organlara da yayılırlar.

Kanser tedavisi

Her şeyden önce, tüm hastalıkların tedavilerinde esas rolü vücudun bağışıklık sistemi üstlenmektedir. Bağışıklık sistemini zayıflatan etmenlerin ortadan kaldırılması tedavinin ilk basamağıdır. Kanserli hücrelerin ne kadar ve nerelere metastaz yaptığını tahmin etmek olanaksız olduğundan kanser tedavisi gören hastaların bağışıklık sistemlerinin güçlendirilerek bu yayılmış hücreleri yok etmesi arzu edilen bir durumdur.
Kanser tedavisi onkoloji uzmanı doktorlar tarafından yapılır. Birçok merkezde Onkoloji Hastahaneleri mevcuttur.Genel bilindik kanser tedavileri 5 çeşit yolla yapılır:
  1. Cerrahi (Kanserli dokuyu ve çevresindeki invazyon riski taşıyan bir miktar sağlıklı dokuyu alıp çıkartmak. Bazı durumlarda kanserli dokuyu cerrahi müdahale ile çıkartmak imkânsız olabilir. Bu durumda radyoterapi veya kemoterapi uygulanır.)
  2. Radyoterapi (ışın) tedavisi (Uygun dozda ışın uygulayarak kanser hücrelerinin öldürülmesi)
  3. Kemoterapi (kanser hücrelerini öldürmek üzere ilaçlar kullanılması
  4. Alternatif tıp Bağışıklık sistemini güç vermeyi, asıl tedaviye destek olmayı amaçlayan ancak marjinalliğe açık olması nedeniyle, güvenilirliği ve etkinliği kontrollü deneylerle ispatlanmamış ön-tıbbi yöntemlerdir.
  5. İmmünoterapi Bağışıklık sistemi hücrelerinin kansere karşı etkin bir şekilde kullanılmasıdır. Örneğin idrar kesesi kanserinde kullanılan BCG uygulaması.

Alternatif ön müdahale

Erken teşhis ve tedavi önemli olmasına rağmen, Radyoterapi korkusu veya diğer fobik nedenlerden doktorlarca olumlu bakılan diğer bireysel uygulamalar, cilt veya yüzeyel mukozadaki kanseroz, pre-kanseroz veya Aktinik keratoz safhalarında 3 cmden küçük küçük lezyonlaraAntimitotik ve kortizon merhem ve ince uç lokal enjeksiyonları, Asetik asit veya bazende "yine" Dichloroacetic asit peelingi soyulması ile olumlu yanıt alındığı Oksijen ve asite karşı çok toleranssız olan kanser hücrelerinin nedeni olduğu karsinom vakalarında ilerlemeyi durdurabildiği tıp literatürüncede kabul görmüştür. Bundan başka kanser hücreleri glikoza saldırır ve beslenir, daha çok stresli ve oksijensiz kalmış durgun hücrelere akın eder, C vitamini yönünden zengin beslenme, Plastik ve köpükten içilmeyen sıcak siyah çay (Cornell Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre, sıcak içecekler sadece vücudumuzu ısıtmıyor, bağışıklık sistemini de güçlendiriyor. Sıcak içeceklerin içeresindeki antioksidanlar kalp, felç, kolestrol ve kanser gibi hastalıklara karşı koruyor). Uzmanlar özellikle sıcak çikolatanın siyah çaydan dört kat fazla antioksidan içerdiğinide iddia edip, her gün 1 fincan içilmesini tavsiye ediyor., sarımsak ve tabii baharatlar, tabi kakao oksijenli atmosfer ve stres alıcı yeşil bitkiler çevre faktörü olarak önerilmektedir. Bundan başka Asetik asit enjeksiyonu karaciğer karsinomlarına da tıbbi cerrahi müdahale olarak uygulanmaktadır.Aspirinin de kanser oluşumuna karşı koruyucu etkisi ilk olarak 1988 yılında ileri sürüldü. O zamandan bu yana bir dizi klinik, epidemiyolojik ve deneysel veriler bu görüşün doğruluğunu kanıtlandı. Antimitotik ilaçlarda bazen saç kaybı olabilirse de uygulama sonrası geri kazanılır, yine saç kayıpları Kemoterapide de geçicidir.
Melanom dışı cilt kanserlerinin en önemli sebebi güneş ışığıdır. Kimyasal peeling aktinik yaralanmalarda oldukça faydalıdır. Subklinik malign lezyonlar genellikle deri kanserleriyle beraber görülürler.Gereç ve Yöntemler: 1999 ile 2004 yılları arasında 102 hasta cilt kanseri nedeniyle tedavi edildi. Yüzlerinde aşırı aktinik hasar olan 48 hastanın yüzüne, malign lezyonların cerrahi tedavisine ek olarak, %35-40'lık trikoloroasetik asitle peeling yapıldı. Hastalar 51 ile 93 yaşları arasındaydı. Takip süresi 1-5 yıldır. TCA tedavisinin efektivitesi patolojik olarak değerlendirildi.
Bulgular: İkinci primer cilt kanseri, peeling yapılan hastaların sadece 3'ünde görüldü. TCA peeling sonrası histolojik olarak epidermal atrofide, atipide düzelme ve yeni subdermal kollajen birikimi görülmüştür.[3]

Kaynakça

Özel
Genel